28 Ocak 2011 Cuma

back in the game

Uzun bir "pupa dönemi"n den sonra, merhaba.

Aklımla bir yazı yazmayalı ne çok olmuş meğer. Sonunda sırtımdaki yaralar iyileşti de, kan artık beyne iletilmeye başladı yeniden : )

Bu bir blogtu değil mi, o zaman, öyle devam etsin.

Geçen gün çarşıda ufak bir işim vardı, çarşıdaki eski bir pasaja gittim. Ne çok olmuş bir pasaja girmeyeli. Oysa eskiden ne çok giderdik. Çünkü her şey oradaydı ve bir şey alacaksanız, ister istemez, oraya giderdiniz. Tabii ki bu dediğim, Tekirdağ gibi küçük şehirler için geçerli. Büyük şehirlerdeki pasaj hayatı Kemal Sunal, İlyas Salman filmlerinde kaldı..

Çocukken bayramlıklarımızı, okul kıyafetlerimizi, okul çantalarımızı falan aldığımız bu eski pasaja girerken bir garip oldum haliyle. -Bir çok şey oldum bugüne kadar ancak, sanırım daha önce nostaljik olmamıştım. Onu da oldum.- Bir de baktım ki; bir kaç dükkan hariç, çoğu esnaf eski dükkanlarında işlerine devam ediyorlar. Yaşlanmışlar. Dükkanları da eskimiş onlarla birlikte, ama floresan lambaları soluk da olsa hala ışıldıyorlardı. Aklıma cadde üzerindeki dükkanların defalarca el değiştirişi, her misafirinin iflas bayrağına sarılı cesedinin uğurlanışı geldi.

Hayat caddelerde akıyor, para da öyle.. Buralarda dükkan açmak için varını yokunu dökenler şimdi WC'de küçük su dökecek para bulamıyorlar buralarda. Eskimiş, köhne pasajlardaki minik dükkanlar ise, bastonlu bir ihtiyar gibi, hala adım atıyorlar bir sonraki güne..

İnsanlar hep büyük oynamak, büyük kazanmak istiyor. Bunca yatırımın heba olması da bundan hep. Öyle çok masrafın altına yatıyorlar ki; 6 aylık bir durgunluk -ki bu ölçeklerde ticaret yapan esnaf için atlatılabilir bir süreç- sıfırı görmelerine sebep olabiliyor. Amiyane bir benzetmeyle, pasajdaki dükkanlar futboldaki "gol yemeyelim de nasılsa bir gol atarız ya da berabere kalırız" mantığıyla krizi yenilgisiz atlatmış görünüyor. Kalbim onlarla..

Şimdi kahvemi içeyim. Sonra başka zırvalarla devam edeceğim..

5 Ocak 2011 Çarşamba

Kendi Evinde; Bir Yabancı – Doğduğu Şehirde; Bir Uzaylı

“Başlamak” için en uygun zaman, her şeyin bittiği andır.

O zaman yazmaya, İstanbul’dan Tekirdağ’a taşınmamdan başlamalıyım..

Bölüm-1

1 Aralık’ta taşındım yeni evime. Aslında çok da yeni değil; annemle babam 14 aydır falan bu evde oturuyorlar.

Tüm eşyalarını taşıdığım, tüm tamiratlarıyla ilgilendiğim eve taşındım anlayacağınız.

Neredeydim peki? Kendi hayatımda.. Kendi evimde.. Kendi odamda.. Kendi yatağımda.. Kendi dünyamdaydım..

Peki şimdi neredeyim? Annemle babamın odasının hemen yanındaki odada. Anlatması ne kadar da kısa..

2 sene Kocaeli, 1 sene Edirne ve ardından tam 10 sene İstanbul hayatından sonra, Tekirdağ ölümü..

Çok mu önyargılıyım, ya da kötümserim? Sanmıyorum..



----0----
Bir zaman perisi varsa eğer, burası o perinin sırtının tam ortasındaki, o bir türlü kaşıyamadığı yer..
----0----



Bölüm-2

Ben de, gittiğim şehirlerle birlikte, büyüyüp küçülüyorum sanki. Mesela ufacığım burada. Çoğu kez dışarıya bile bakmıyorum, hiçbir şey yok gibi..Ben de ayak uyduruyorum bu şehre. Kimse bakmıyor bana, hiçbir şey yok gibi sanki..

Uykuyla aram, ya çok iyi ya çok kötü. 2-3 senelik sevgililer gibiyiz onunla. Bazen sabahlıyorum, bazen öğleden sonra uyanıyorum. İlişkimiz hala monotonlaşmadı anlayacağınız..

Kitap bile okumuyorum burada. Daha önceleri, buraya geldiğimde, kitap okumak hep kaçışım oldu.. Oysa şimdi okudukça, düşündükçe, insanlarla, hayatla mesafem daha da artıyor burada..

Konu ne olsa muhalif kalıyorum. Bazen çok düz mantık düşündüklerinden bahsedince ya şımarık oluyorum ya da hayatın nasıl zor bir şey olduğunu bilmeyen, hiç sille yememiş toy çocuk.. Oysa ikisi de değilim. “Civciv yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş!” lafı, en çok duyduğum özlü(!)söz.

Son not olarak; her yanımı kaşıntılar bastı son 1-2 haftada. Uyuzsun diye diye, gerçekten uyuz ettiler galiba beni..