19 Haziran 2011 Pazar

Resim 2011

Seçimleri, toplumdaki değişikliği belgelemek için, devletin kendi eliyle yapıp, sonucunu bazen gözümüze bazen götümüze soktuğu, resmi anketler olarak görüyorum.

Bu seçimi tek başına düşünmek yerine, 2002'den beri süregelen bir süreç olarak görmek lazım. Tek başına iktidara gelen bir hükümet.. Yapılan yerel seçimlerde, belediyelerin çoğunu silip süpüren, seçimi domine eden bir parti.. Aleyhine düzenlenen söylemlere rağmen, iktidar partisinin isteğine uygun bir referandum.. Ve son olarak da bu saydıklarıma kıyasla, oyunu da yüzdesini de arttıran bir yönetim tarzı..

Tam bir başarı öyküsü değil mi? Değil.. Bu bahsi geçen partinin değil, toplumdaki değişimin resmidir. Ancak resmi de AKP'nin çizdiğini belirtmek gerek.

Bahsedeceğim AKP ve AKP hükümeti değildir. Kendileri de yaptıkları da ortadadır. Yazacaklarım tamamen Türkiyeliler ve CHP hakkındadır.

"CHP uzun yıllardır bir hayal kırıklığından başka birşey değil." diye düşünüyorsanız, hem haklısınız hem de haksız.. Haklısınız, çünkü yıllardır Türkiye'nin geleceğinde en ufak bir etkileri olmamıştır. Yapamadıklarının yanına bir çok "yapmadıkları"nı eklemişlerdir. Ancak Deniz Baykal dönemini bir hayal kırıklığı olarak görmüyorum. Çünkü ortada CHP diye bir şey bırakmamıştı Deniz Baykal. Yapılanlar tamamiyle kendisine aittir.. Son CHP başkanlık seçiminde de en eski ve en etkili CHPlilerin söylemleri de bu yönde değil miydi?.. Kemal Kılıçdaroğlu, CHP kültürünü, kimliğini geri getirecek diye seçilmedi mi? Kimliğinin ve kültürünün olmadığı yerde bir siyasi parti olur mu?..

Kemal Kılıçdaroğlu.. İşte bu isim tam bir hayal kırıklığı.. Bir yoklayın hafızanızı, bu ismi ilk ne zaman öğrendiniz? İ. Melih Gökçek'le olan TV programlarından değil mi? Rezil etmişti İ. Melih Gökçek'i. Sonrasında ne oldu hatırlayanınız var mı? Deniz Baykal'ın ayak oyunlarına kurban oldu, oyuna geldi. En güçlü olduğu Ankara'dan değil de, alakasının olmadığı İstanbul'dan Büyükşehir Belediye Başkan (BBB) Adayı oldu. Ankara'dan girip İ. Melih Gökçek'i devirip BBB olsaydı, CHP içinde efsaneleşip, Baykal'ı devirebilecek tek güç olacaktı. Baykal her zamanki zekasıyla, bu durumu çok kolay halletti..

Bu durum bile Kemal Kılıçdaroğlu'nun liderlik vasfını sorgulatmıştır bana. Sonrasında CHP Genel Başkanı oluş şekli.. Kendisi için çok üzülüyorum; çünkü her başkan, nasıl geldiyse öyle gider siyasette. Kendisi de bunu görecektir..

Kemal Kılıçdaroğlu.. Acilen istifa etmesi gereken, pasif bir başkan.. Neden mi istifa etmesi gerek? AKP'ye karşı 3. hezimetini yaşamadı olabilir mi? Geçen seçimden bu yana CHP'ye pek bir şey katmadığından olabilir mi? Sadece son bir sene içerisinde yaşanan rezaletler bile bir ana muhalefet partisini iktidara taşıyacak kadar kalınken, iktidar partisinin yükselişine engel olamadığı için olabilir mi?

"3. hezimet mi?" diye soran olursa diye söyleyeyim; 1- İstanbul BBB lığını Kadir Topbaş'a kaptırdığı yerel seçimler, 2- Referandum, 3- 2011 genel seçimleri. Katılmayan varsa, CHP ve genel başkanından ne beklediğini bir daha düşünmeli bence..

Bunlar hep, AKP'nin çizdiği resme ortak olamaması demek CHP'nin. Yerel otoritede yoklar, genel otoritede yoklar.. Bİr ülkeyi iktidar partisi, iktidar partisini ana muhalefet partisi yönetir. CHP yerel idareyi de, genel otoriteyi de yönetmekten, yönetenleri denetlemek ve sorgulamaktan aciz kalmıştır..

Yazım AKP karşıtı gibi görünebilir. Çok da umrumda değil; ne AKP ne de karşıtı olduğumu düşünenler. Herkes herşeyi yapabilir, cezasına razı olduktan sonra bana ne ki..

Ama karşıtı olduğum şeyler var. Tekdüzelik, aptallık, unutkanlık, ahmaklık, iyi niyetin çekirdek külahı yapılması, ayrımcılık, şımarıklık.. Ve daha çok uzar bu liste. Bu liste benim halkıma ait. Benim halkım aptal, benim halkım ahmak, benim halkım unutkan, benim halkım kötü niyetli, benim halkımın birlik beraberliği kalmamış, benim halkım diye bir şey kalmamış..

Nasıl unuttunuz şehitlere "kelle" denilmesini? Nasıl unuttunuz Tekel'in satışını? Nasıl unuttunuz Telekom'un satışını, hükümetin kendi eliyle tekel yaratışını? Nasıl unuttunuz, ülkenin en çok gelir getiren TÜpraş'ının komik fiyata elden çıkarılışını? Üniversiteye giriş sınavını nasıl unuttun halkım? Unakıtan'ı nasıl unuttun? Nasıl unuttun Habur'u? Teröristlerin bayramlıklarını giyerek ülkeye hain gibi değil de kahraman gibi otobüs üzerinde gelişini? Savcılarımızın terörist ayağına gidişini, devletin teröristi muhatap almasını nasıl unuttun? Hatırlar mısın halkım, bu ülkede "Kürdistan" lafını ilk söyleyen cumhurbaşkanının Abdullah Gül olduğunu? Daha sayayım mı? Benzin fiyatını sorayım mı sana? Artan vergileri biliyor musun? Yurdun topraklarının nasıl satıldığını, kamu topraklarının nasıl peşkeş çekildiğini biliyor musun ki unutasın? Toki'nin, devlet desteğiyle, serbest piyasada rekabeti nasıl bitirdiğini biliyor musun? Hangi çiftçimiz annesinin elini öperken "Ananı da al git!" sözünü hatırlıyor?

Daha sayayım mı? Saymayayım, nasılsa unutacaksınız..

Neredesin halkım? Neredesin Cumhuriyet Halkımın Partisi? Hiç mi çalışmıyor kafanız? Yoksa bu ülkede hiç çiftçi, şehit yakını, hiç ekonomist, hiç öğrenci ve ya yakını, hiç hümanist, hiç çevreci yok mu? Madenci yok mu? Siyanür karşıtı Kütahyalı yok mu? Unutmayan Hopalı yok mu? İşçi yok mu?..İhracatçı yok mu? Tekstilci yok mu? Bilimadamı yok mu diye sormuyorum bile.. Hadi bu insanların işi gücü var, bu ülkede hiç mi işsiz yok?.. Neredesiniz?

Hakediyorsunuz.. Bu hükümetin götünüze boru hattı döşemesine, hatta nükleer santral sokmasına layıksınız.. Suratınıza karşı ağzına geleni söylemesine, "siktir git" demesine layıksınız.. Bu CHP barajı geçmeyi bile haketmiyor aslında, ama Atatürk'ün adı onlara hala umut aşılıyor, aşılayacak. Ama içindeki küspeleri temizlemeli..

Bu seçim, bizim çeyrek asrımızı etkileyecek. İşte sizlerin çocuklarınızın geleceğini oluşturma şekliniz bu.

Son olarak, sözüm seçim sonucunda en büyük etkinin cehalet olduğuna kendini inandıran insanlara. İyi analiz edin; Türkiye'nin eğitim düzeyi en yüksek illerinde AKP geçti CHP'yi. Trakya yıllardır CHP'nin kalesidir. CHP'nin etkili isimlerinin hiçbiri trakyalı değildir. Trakyaya gelen görmüştür; bu toprakların büyük çoğunluğu çiftçi, esnaf, işçi, mekanik ustası vs. gibi meslek gruplarına dahildir. Eğitim düzeyi ortalamadır. Memur oranı çok düşüktür. Ancak yerel seçimler olsun genel seçimler olsun, tercihleri hep CHP yönünde olmuştur. Sorun eğitimsizlik değil, iyi düşünün..

Resmi iyi görün, çizenlerin fırça darbelerini asla unutmayın..

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Hayatı Dinleyin

Hayatı dinleyin..

Hayatı bir kere, hastanedeki ihtiyarlardan dinleyin. 90 yaşına gelip de, hala daha sağlıklı ve mümkünse daha uzun yaşamak için, tutmayan bacaklarıyla hastaneye gelen ihtiyarın gözlerindeki hayatın masalını dinleyin.

Hayatı dinleyin..

Hayatı bir kere, sahildeki dalgaların ve martıların seslerinden dinleyin. Bütün ömrü kayalıklara çarpmakla geçen dalgadan dinleyin hayatı, nasıl pes etmediğini, nasıl denize küsmediğini dinleyin..

Hayatı dinleyin..

Hayatı bir kere, seven birinden dinleyin. Gökkuşağının 8. rengini dinleyin melodik sesinden. Günün en parlak anında bile yıldızları nasıl gördüğünü dinleyin. Vücudu besleyen kalbi, bir başka kalbin nasıl beslediğini dinleyin ondan..

Hayatı dinleyin..

Hayatı bir kere, yalnızdan dinleyin. Gelen her dakikanın ilk onun boynuna nasıl yapışıp sıktığını, ruhunda bıraktığı parmak izlerini dinleyin. İnsanları kavuşturan her şeyin, kimseyi getirmeyince onu kızgın çöllere nasıl götürüverdiğini dinleyin tozlu sesinden..

Hayatı dinleyin..

Hayatı bir kere de benden dinleyin..

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Cümleler Saldırınca

Cümleler saldırır bazen bana, çok iyi bilirler hedeflerini. Bugün de o günlerden biriydi gene..

Çoğunlukla saldırı anında ne yapacağımı bilemem, aptalımdır. Saldırmam, savunmayı da beceremem. O yüzden kaçamadım gene, vuruldum.

Aşağıdakiler sadece birkaçının yara izleri..

---

Bazıları pençesiz aslanlar gibidirler; yeleleriyle herkesi yenebileceklerini düşünürler. Oysa süs can acıtmaz ki..

***

İyi bir yürek, en acımasız gardiyandır. Sınırlı bedenlere hapsolmuş ruhu kırbaçlar her firar denemesinde..

***

Göle bir taş attığınızda, sadece suyun dinginliğini bozduğunuzu sanırsınız. Oysa o taş suyun dibini bulandırmıştır. Farketmezsiniz bile..

***

Tabular, iki ayrı uçta, iki benzer kral yaratır. Tabuya uyanlarla tabuya inanmayanlar, tıpatıp aynı, iki ayrı krala taparlar. Başınızda tapınılacak bir kral istemiyorsanız, kraldan önce, onun tabusundan kurtulun; kral kendi kendine gidecektir..

***

Söz nehri zehirdir aslında, altında kalp salı olmayınca. Salın su almaya başlayınca, her damla felç eder en titrek duygularını, zamanla hiç kalmayanlarını..

***

Çocukluğum uzun hastalıklarla geçti. Yetişkinliğimse başlı başına uzun bir hastalık gibi..

***

Kadınlar çocuklarını her gün yeniden doğurduklarını düşünürler. Ne büyük bir yanılgıdır. Bu arzuları için onları aslında her gün öldürdüklerini fark etmezler bile..

***

Acıdığın insan karşısında çaresiz kalırsın. Bu, evrenin adaletidir..

***

Büyük sevinçlerin ve büyük sevgilerin gelecekleri varsa, bu da kötü bir gelecektir. Çünkü biz sıradanız ve ancak sıradan şeyleri yaşatmaya yetiyor nefesimiz..

***

Kağıt kesiği olmadan, kitap okuyamazsın..

Günah

Şarapla vaftiz ediyorum ölümünü.. Bir imamın günahısın.

27 Şubat 2011 Pazar

Ruhumdaki Mısırlılar

Kendimi iyi hissediyorum. Çok uzun zaman olmuştu hiç neden yokken güleli. Çok sürmez, bir kaç eski anı tekrar vizyona girene kadar.. Ama olsun, hastalıklı kısımlarımın isyanıdır bu..

20 Şubat 2011 Pazar

Çorlu Asker Hastanesi'nden Notlar

Geçen hafta yattığım Çorlu Asker Hastanesi'ndeki "Öneri ve şikayetleriniz" kutusunun altındaki kağıtlardan aşırdıklarıma yazdığım notları, aynen aktarıyorum.

#1
Günlük yaşam; insanların düşünerek, üreterek ve çalışarak geçirdikleri bir hayat.. Yeni besinler, yeni teknolojiler, yeni kahramanlar, yeni hizmetler vs. üretiyoruz. Peki ya sonra? Sonra da onlara bağımlı hale geliyoruz..
Mesela çok çalışıp para kazanıyoruz. Sonra o parayı kazanırken dökülen saçımız için bakım ürünleri, bozulan gözlerimiz için gözlük-lens, bozulan psikolojimiz için tedavi ve kimyasallar alıyoruz o kazandığımız parayla. İronik..
İnternet, bilgisayar, cep telefonu, tv, uydu alıcısı, iPod, mkv filmler.. “İhtiyaçlarım” isimli bir liste yapmıyorum, yanılmayın.. Bunlar artık “olmazsa-olmaz”larımız.. Araba, spor ayakkabılar, polarize gözlükler, polarlı deri eldivenler.. 200 liralık boktan kot pantolonları saymadım bile..
Ama tüm bunlara rağmen, en acımasızı kesinlikle zaman bağımlılığımız. Bunları yazarken saat kaç bilmiyorum. Ana haber bülteni başladı mı acaba? SMS atan oldu mu? Facebook’ta neler oldu kim bilir.. Bunlardan hiç birini bilmiyorum şuan. Çorlu Asker Hastanesi’ndeyim. Telefonumu aldılar buraya yatışımı yaparken. Dolayısı ile saatimi de, internetimi de, arkadaşlarımı da, hepsini alıverdiler bir anda.. Koca bir dünyayı, tüm hayatı çük kadar bir şeyin içine tıkarsak, elimizden almaları bir dakika bile sürmez işte böyle..
Bu hale sokuyoruz kendimizi. Bunu, bize, biz yapıyoruz..
Karşılığında portakal getirdiler şimdi. Umarım lezzetlidir..

16/02/2011
Çorlu Asker Hastanesi
Saat: ?



#2
Dünyanın bin bir türlü hali var. Belki birkaç tanesi güzel..
Yan yatakta bir çocuk yatıyor şimdi. Az önce getirdiler. Evet, çocuk yatıyor, en fazla 19 yaşında. Ben ilkokulda okurken, annesi hamile bile değilmiş.. Ama ayağında kurşunla yatıyor oracıkta. Ne işi var elinde silahın, ayağında kurşunun!.. Oluyor işte..
Tuvalette konuşurlarken duydum; bir çocuk da el bombası atarken kolunu kırmış.. Burası böyle saçmalıklarla dolu.
Benim de onlardan pek farkım yok aslında. Benim hikayem belki daha komik. 28-29 yaşımda ve beynimdeki tonla kurşunla burada zombi gibi dolaşıyorum.
Enteresan tarafı, çok fazla zamanımın olması ve o zamanı dolduramamam dışında her şey yolunda. Hiç yadırgamadım neredeyse.. Haaa, bir de, 24 saat oldu su içemiyorum. Dünkü portakal ve sabahki çay can simidi oldular bana.
Bugün tonla teste gireceğim. Merak etmeyin, vergilerinizi yabancı biri yemiyor.. Aramızda 7-8 testin, tahlilin, filmin, iş gücünün lafı mı olur canım..

17/02/2011
Çorlu Asker Hastanesi
Saat: ? (Sabah suları)

#3
Pencereden bakınca görünen yolda koşuşturmaca başlamış. İnsanlar telaş içerisinde. Saat 9’a geliyor olmalı. Koridoru da hızlıca paspasladılar az önce ama komutanlar daha gelmedi. Evet evet, en fazla 8:50 falan olmalı o zaman saat..
“Bu kadar mı önemli yani?” Ne var ki bunca laf ediyorsun..” demeyin. Burada sorgulanacak bir tek şey var; zaman.
Çay, kazan çayı. Alışkınım. Dilimin kenar köşe bir yerinde kalmış tadı, taa yıllar öncesinden. Metal sürahilerden, metal bardaklara dökerdik çayı. O bardak dudağımızı yakardı.. Bildiğim en ateşli öpücüğü o bardaklar vermiştir bana.. 900C falan vardı sanırım sıcaklığı.. Burada fincanlarda içiyoruz çayımızı. Paşa çayı, 200C falan en fazla. Daha sıcağına da gerek yok zaten. Buradaki erlerin çoğunun bekleyen bir çift dudağı var, orada burada bekleyen. Paşa çayını sevmeyişim bu yüzden..

#4
Yalnızken insanın kendiyle ilgilendiği doğrudur. Bunun “hoş” bir ilgilenme olduğu söylenemez, hatta “uğraşıp durma” bile denebilir. Bu yüzdendir insanların en büyük korkusunun yalnız kalmak olması. Can sıkıntımızın nedeni hep budur. Şişme insanlar, teknoloji ürünü sanal arkadaşlar-hayvanlar, trilyonluk internet siteleri üretmedik mi hep bunun için..
Ne olabilir ki kendimizle alıp veremediğimiz?.. Bu kadar mı boktan insanlarız?.. Bunu kabul etmeyi de içiniz kabul etmiyor değil mi?.
Haklısınız. Burada çok iyi anladım ki; sıradanlığın tadı çok boktan. Sıradanlığın hammaddesi toprak, ruhu ateşten..

17/02/2011
Çorlu Asker Hastanesi
Saat: 15:41
Not: Evet, artık saati çok iyi biliyorum. Göğsüme holter taktılar, duvar saati gibi.. Allah sesimi duydu galiba..


#5
Umutlar bitmeden umutsuzluğa kapılan insan, muhakkak ki bir şeyler karıştırıyordur. Bir amacı vardır, planladığı bir şeyler.. Belki o umudu bile kendisi yaratmış olabilir. Umutsuzluğunun nedeni bundan sebeptir..
Bu yazdıklarım birini ya da birilerini negatif eleştiriyormuşum gibi bir izlenim uyandırsa da, asıl gerçek bu insanları takdir ettiğimdir.. Sırf istekleri, çabaları, kafa yormaları dahi onlara sempati duymam için haklı ve yeterli nedendir.
İsteyin, planlar kurun, kandırın insanları, onlar da sizi.. Yoksa hayat bu haliyle çok sıkıcı. Tek taraflı vermek de hayatı sıkıyordur eminim..

17/02/2011
Çorlu Asker Hastanesi
Saat: 17:34

#6
Uyku ölümün kardeşi ise, sessizlik özüdür. Sürekli sessiz duran bir insan ölürse ne kaybedersiniz? Konuşmak isterseniz gidip mezar taşına anlatırsınız. O da sessiz kalacaktır. Farkı var mı? Yok. Tabi ki materyalistler için.. Oysa sessizler maddenin ötesine inanırlar. Onları rahat bırakın.. Gidin, mezar taşlarına anlatın. Toprağın altını bizlere bırakın..

17/02/2011
Çorlu Asker Hastanesi
Saat: 18:21


#7
Suyun üzerinde bir tahta parçası yüzer de, o sudan hiç emmez olur mu.. Ne çok çeşit sularda yüzdük. Şimdi içimde damla su kalmaması, illâ ki güneştendir..

Rüzgar eser gider de, hiç toz kapmaz olur mu.. Ne çok çeşit yerlerde estik. Şimdi üzerimde zerre toz kalmaması, kuytu köşelerde silkelenmemdendir..

Bitki çiçek açar da, üzerine arı konmaz olur mu.. Ne çok çeşit bahçelerde kanat yorduk. Şimdi damla balım olmaması, etekli peteklerdendir..

İnsan bu kadar üzülür de, hiç öfke duymaz olur mu.. Ne çok çeşit ayrılıkların kanına girdik. Şimdi duvar kadar soğuk olmam, hayatıma girenlerin çıkarken bıraktıkları hatıratın çerçevelenmiş suretidir..

17/02/2011
Çorlu Asker Hastanesi
Saat: 19:42

13 Şubat 2011 Pazar

Yakın geleceğim, bekle beni, birazdan geleceğim..

Memeli hayvanları, diğer hayvanlardan ayırıp, besin piramidinin üst basamaklarına taşıyan en önemli özelliği, düşünmeleridir. Bir insanı da sosyal piramidin en tepesine taşıyan faktör düşünmemesidir.

Sanmayın ki; her şeyi detaylıca düşününce bir bok olacaksınız. Olsanız olsanız bombok olursunuz..

Son haftalarda düşünmekten beynim törpülendi, bezdim. Sonra kalkıp İstanbul'a gittim 3 gün için. Arkadaşlarımı gördüm, yedik içtik.. Bu kadarcık mı? Tabi ki değil.. Okuluma gittim, geçici mezuniyet belgemi aldım. Yarın pazartesi, tüm günümü askerlik şubesinde geçireceğim. Sosyallik piramidinin dışarısında, askerde olmak için..

İş-güç durumları da karışık. Gidiyorum gitmesine de, dönünce hangi şehre döneceğim? İstanbul favori, Tekirdağ plase..

Burada bir bar açmam an meselesi.. Tekirdağ gibi bir şehirde alkol satmak kadar sıradan bir fikir olabilir mi..

İstanbul'da kariyerim parlak olurmuş. Tabi kariyerimle birlikte kafam da pırıl pırıl parlayacak.. Zaten bir tutam kalan saçlarımla vedalaşıp, yeni kazayağı kırışıklıkları ile takas etmem gerekecek. Takım elbise, kravat, taba rengi ayakkabı ve kemer, uzun gri bir palto.. Ne medeniyet.. Burada sarhoşlarla mı uğraşacaksın Ercan? Ne sıradan.. Temel amacımız, ailemizin bizimle gurur duyması değil mi..

Sonra burada kalıp ailemle ilgilenmem, ne büyük erdem, ne büyük bir emare insanlığıma dair.. İnsanoğlunun en büyük aptallığıdır; insanların onlara muhtaç oldukları fikri..

Neyse.. Ben bir askere siktir olup gideyim de, gerisi yazı-tura meselesi..

4 Şubat 2011 Cuma

Kaşarlı tost

Durum çok karışık. Kaşarlı tost istiyorum. Ortadan ikiye bölünmüş olmalı, içinde de ketçap istiyorum, ancak çok olmamalı. Ama garsonun sistem bunu kabul etmiyor. En iyi kombinasyonu bulmam gerek. Şu yeni garsonlar kullanıma girse artık..

1 Şubat 2011 Salı

Adab-ı Asabiyet

Gün geçtikçe zorlaşıyor. Ama enteresan bir şekilde sikimde bile değil. Hatta mazoşist bir şekilde keyif aldığım bile söylenebilir.

Her boka burnumu sokuyorum anasını satayım. Herkese diyecek bir lafım var, evet.

Burası için fazla bilgili ve medeniyim. Aboooo egoya gel.. Öyle ki; kadınlar çirkin, erkekler salak geliyor.

Kendimi Ezel gibi sikici, Ramiz gibi koyucu, Ali gibi vurucu hissediyorum.

Şoförlerin hepsi çaylak burada. Ehliyetlerini nereden aldılar ki acaba..

İşletmeler ilkokul kantini bile işletemezler aslında.. Hem ilkokul diye bir şey de kalmadı değil mi? Bu hükümetler de bir sikten anlamıyorlar zaten.. football manager de takım bile yönetemezler..

Off nargilem de ot gibi.. Cigara bile saramaz bunlar.

Ellerim de dondu yazarken. Hava eskimo götü donduran cinsten.. Ah Mikail ah..

28 Ocak 2011 Cuma

back in the game

Uzun bir "pupa dönemi"n den sonra, merhaba.

Aklımla bir yazı yazmayalı ne çok olmuş meğer. Sonunda sırtımdaki yaralar iyileşti de, kan artık beyne iletilmeye başladı yeniden : )

Bu bir blogtu değil mi, o zaman, öyle devam etsin.

Geçen gün çarşıda ufak bir işim vardı, çarşıdaki eski bir pasaja gittim. Ne çok olmuş bir pasaja girmeyeli. Oysa eskiden ne çok giderdik. Çünkü her şey oradaydı ve bir şey alacaksanız, ister istemez, oraya giderdiniz. Tabii ki bu dediğim, Tekirdağ gibi küçük şehirler için geçerli. Büyük şehirlerdeki pasaj hayatı Kemal Sunal, İlyas Salman filmlerinde kaldı..

Çocukken bayramlıklarımızı, okul kıyafetlerimizi, okul çantalarımızı falan aldığımız bu eski pasaja girerken bir garip oldum haliyle. -Bir çok şey oldum bugüne kadar ancak, sanırım daha önce nostaljik olmamıştım. Onu da oldum.- Bir de baktım ki; bir kaç dükkan hariç, çoğu esnaf eski dükkanlarında işlerine devam ediyorlar. Yaşlanmışlar. Dükkanları da eskimiş onlarla birlikte, ama floresan lambaları soluk da olsa hala ışıldıyorlardı. Aklıma cadde üzerindeki dükkanların defalarca el değiştirişi, her misafirinin iflas bayrağına sarılı cesedinin uğurlanışı geldi.

Hayat caddelerde akıyor, para da öyle.. Buralarda dükkan açmak için varını yokunu dökenler şimdi WC'de küçük su dökecek para bulamıyorlar buralarda. Eskimiş, köhne pasajlardaki minik dükkanlar ise, bastonlu bir ihtiyar gibi, hala adım atıyorlar bir sonraki güne..

İnsanlar hep büyük oynamak, büyük kazanmak istiyor. Bunca yatırımın heba olması da bundan hep. Öyle çok masrafın altına yatıyorlar ki; 6 aylık bir durgunluk -ki bu ölçeklerde ticaret yapan esnaf için atlatılabilir bir süreç- sıfırı görmelerine sebep olabiliyor. Amiyane bir benzetmeyle, pasajdaki dükkanlar futboldaki "gol yemeyelim de nasılsa bir gol atarız ya da berabere kalırız" mantığıyla krizi yenilgisiz atlatmış görünüyor. Kalbim onlarla..

Şimdi kahvemi içeyim. Sonra başka zırvalarla devam edeceğim..

5 Ocak 2011 Çarşamba

Kendi Evinde; Bir Yabancı – Doğduğu Şehirde; Bir Uzaylı

“Başlamak” için en uygun zaman, her şeyin bittiği andır.

O zaman yazmaya, İstanbul’dan Tekirdağ’a taşınmamdan başlamalıyım..

Bölüm-1

1 Aralık’ta taşındım yeni evime. Aslında çok da yeni değil; annemle babam 14 aydır falan bu evde oturuyorlar.

Tüm eşyalarını taşıdığım, tüm tamiratlarıyla ilgilendiğim eve taşındım anlayacağınız.

Neredeydim peki? Kendi hayatımda.. Kendi evimde.. Kendi odamda.. Kendi yatağımda.. Kendi dünyamdaydım..

Peki şimdi neredeyim? Annemle babamın odasının hemen yanındaki odada. Anlatması ne kadar da kısa..

2 sene Kocaeli, 1 sene Edirne ve ardından tam 10 sene İstanbul hayatından sonra, Tekirdağ ölümü..

Çok mu önyargılıyım, ya da kötümserim? Sanmıyorum..



----0----
Bir zaman perisi varsa eğer, burası o perinin sırtının tam ortasındaki, o bir türlü kaşıyamadığı yer..
----0----



Bölüm-2

Ben de, gittiğim şehirlerle birlikte, büyüyüp küçülüyorum sanki. Mesela ufacığım burada. Çoğu kez dışarıya bile bakmıyorum, hiçbir şey yok gibi..Ben de ayak uyduruyorum bu şehre. Kimse bakmıyor bana, hiçbir şey yok gibi sanki..

Uykuyla aram, ya çok iyi ya çok kötü. 2-3 senelik sevgililer gibiyiz onunla. Bazen sabahlıyorum, bazen öğleden sonra uyanıyorum. İlişkimiz hala monotonlaşmadı anlayacağınız..

Kitap bile okumuyorum burada. Daha önceleri, buraya geldiğimde, kitap okumak hep kaçışım oldu.. Oysa şimdi okudukça, düşündükçe, insanlarla, hayatla mesafem daha da artıyor burada..

Konu ne olsa muhalif kalıyorum. Bazen çok düz mantık düşündüklerinden bahsedince ya şımarık oluyorum ya da hayatın nasıl zor bir şey olduğunu bilmeyen, hiç sille yememiş toy çocuk.. Oysa ikisi de değilim. “Civciv yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş!” lafı, en çok duyduğum özlü(!)söz.

Son not olarak; her yanımı kaşıntılar bastı son 1-2 haftada. Uyuzsun diye diye, gerçekten uyuz ettiler galiba beni..