23 Şubat 2010 Salı

21 Şubat 2010 Pazar

14 Şubat 2010 Pazar

Ona söyle beni kaybetmesin...

Bu kadar çığlık, bu kadar sessiz, bu kadar yalnız, bu kadar kalabalık...

Bir insan bu kadar zıtlığı nasıl taşıyabiliyordu bir arada. İnsanların kendilerinden başka her şeyi çözdükleri (ya da öyle zannettikleri) bir dünyada nasıl ayakta kalabiliyordu, hala anlamıyorum.

Bana öyle geliyor ki, dünyaya yön veren insanların çoğu kendi dünyalarına yön verememiş insanlardır. İçlerindeki dünyayı çözmedeki cesaretsizlik dış dünyadaki kahramanlıklarının temelidir bir bakıma.

Ama ya O. Dünyayı değiştirmek umurunda değildi... Evet, büyük bir çabası vardı insanlar adına. Ama insanların ve dünyalarının gel- gitleri onu hiç sarsmıyor ve en önemlisi de şaşırtmıyordu.

Peki, içinde sarsıntılar var mıydı? Sanmıyorum. Sezar ‘ın yerinde olsaydı sırtına hançeri saplayan Brütüs e sadece bakardı. Hiç şaşırmazdı.Tanıyordu insanları.

"İnsanların çoğu kedilerin patilerini benzer ilk tutuşta yumuşacıktırlar. Onları kucaklamak istersin. Ama bencilliklerine dokunan en küçük bir olayda sana tırnaklarını gösterirler" demişti bir keresinde.

Hayatımda hiçbir şeyi O ' nu anlamayı istemek kadar arzulamamışımdır. Aslında onu anlamak isteyişim kendimi anlamak istediğimden geliyordu. Bu yüzden saatlerce onunla konuşurdum. Benimle göz göze gelmemeye özen gösterirdi. Saatlerce beni kendi gurbetinde dolaştırır, kalbimden tutup beni yeryüzünün kalabalık ve gürültüsünden göklerin sessizliğine çıkarırdı. Sonra ona dokunmak istediğim anda ellerimi bakışlarıyla dondurur ve kâinatın şu ana kadar algılayamadığım boyutlarına kaçıverirdi. Sanırım benim ona karşı duyduğum hayranlık ve zayıflığı hissediyor benim için benden kaçıyordu.

Bazen onu sözlerimin tuzaklarına düşürmek isterdim de o bunları hiç anlamamış gibi sözlerimi emin bir anlama çeker ve beni daha fazla düşmekten korurdu. Peki, bunları niçin yapıyordum, bilinçli yapmıyordum bunları. Bazen kıskançlık bazen de...

Seviyordum onu. Kimseyle paylaşmak istemiyordum. Öyle ki bazen hiç kimsenin onu görmemesini, dinlememesini kimsenin ona hayran bakmamasını istiyordum.

Ah.. Şu ihtiyaç duygusu yok mu? Çok değil bana biran olsun muhtaç olduğunu hissedebilseydim.

Ne garip bir insanın bize sığınması, başını omzumuza dayayıp huzur bulması ne kadarda mutlu ediyor bizi. Acaba güçlü oluşumuz bir başkasının zayıflığına mı bağlıdır. Ah şu duygular.

Fiziğin ve kimyanın karmaşık formüllerini bildiğim kadar iç dünyamın da kanunlarını bir bilseydim. Her şey bambaşka olurdu eminim.

Mesela ona hiç sevdiğimi söylemedim. Her şeyi söyledim belki... Ama bir türlü sevdiğimi söylemedim. Gururuma yediremedim. Onu hem ölesiye seviyor, hem de gururumla ondan kaçıyordum. Niçin korkuyordum ki?

Şu sözlerinde haklımıydı acaba?

"Ancak güçlü insanlar sevebilir zayıflar sevdiklerinde ya köle olurlar ya da sevdiklerini kendilerine köle yaparlar. Hâlbuki sevgi, öyle bir çiçektir ki kafesi kendine yer kabul etmez. Çünkü sevgi direk Allah'tandır. Bu yüzden sevgi zamandan ve mekândan münezzehtir. Zamanın ve mekânın kanunları onu etkilemez. Aksine Sevgi zamanı ve mekânı etkiler."

Özgür insanların sevgisi anlamlıdır bence. Beni seven bir insanın isyanı, mecbur olduğu için bana yapacağı kölelikten çok daha değerlidir. Zaten bu yüzden Allah'a şüphesiz inanan bir insanın O’na isyanı, O’na tam inanmış bir insanın ömrü boyunca yaptığı kölelikten daha değerlidir.

Bu sözleri söyler sonrada "anlıyorsun değil mi" derdi. Ne kadar anladığımı ona hiç söylemedim.

Sonradan anladım ki...
O bana yıldızlardan bahsederken ben, gözlerimin parıltısını anlattığını zannederdim.

Bir keresinde de insanları buz dağına benzetmişti de ben üzerime alınıp ona anlatmadığım yönlerimi anlatmamı istediğini düşünmüştüm. Ben onu yerde ararken o beni göklere çıkarmak istiyordu da ben direniyordum sanki.

Ah o günler.
Bir tek söz’ ün söylenmek istendiği yerde, binlerce söz ün söylendiği..
Söylenmek istenen her şeyin yalnızca gecelere saklandığı o günler...

Niçin söylemiyordum sevdiğimi? Gururdan mı?
Ah o gurur yok mu? Tam sevdiğimi söyleyeceğim zaman dilimi bağlayan, tam onu tutacağım zaman ellerimi ceplerime zincirleyen o gurur. Zaten çoğu zaman onu görünce de ne söyleyeceğimi unutuyordum. Evde ona söyleyeceklerimin hesabını yapıyor, onu gördüğümde ise hiçbir şey hatırlamıyordum.
Zaten ne söyleyeceğim önemli değildi çoğu zaman, konuşuyorduk ya yetiyordu...
Aşk insanı sadece kör etmiyor, sağırda ediyordu. (Ne güzel. İnsanı dünyadan koparan her şey güzeldir çünkü..)

Peki, niçin acılarıma gözyaşlarıma engel olmuyordu o gurur? Niçin yalnızlığımı paylaşmıyordu? Ona sevdiğimi söylemek istediğim de aramıza giriyordu?
Haklımıydı acaba? Aşk dile gelse kalp daralır mıydı?
"En büyük aşklar gizlenen aşklardır "demişti de sitem etmiştim ona. Ne garip fikirleri vardı aşk hakkında...
"Aşk hakkında bilinmesi gereken tek şey onun ne olduğunun bilinmeyeceğidir" der sonra dayanamaz konuşurdu...
"Aşka ta şiddetli bir evet bazen hayra dönüşür. İşte bu aşkın akla kafa tutmasıdır"

Evet haklıydı. Günlerce beni aramasını bekliyor, onunla konuşmaya yürümeye can atıyordum da bana yaptığı görüşme teklifini geri çeviriyordum. (Ama sonra "Keşke bir daha teklif etse de kabul etsem" diyordum kendi kendime.)

"Aşk; Allahın hiç bir zaman çözülmeyecek bir bilmecesidir. Aşk, tanrının kimseyle paylaşmadığı sırrıdır" derdi.
Sen çözdün mü diye sorduğumda:
- Onu çözemezsin ki; o sadece yaşanır çözmeye kalkışan elinden kaçırır. Onu hapsetmiş olan kendini hapsetmiş olur. Aklın kısır döngüsüne girmez o
- Neden?
- Akıl; her şeyi parça olarak görür, sonra da o parçaları birleştirmeye çalışır. Aşk ise tekliktir. O her şeyi bir görür. Aşkın diğer bir niteliği de insanın önünden faydacı nedenselliğe bağlı akıl engelini kaldırmasıdır
- Öyleyse aklı ne yapmalı?
- Akıl kalpte bir nur olmalı. Akıl kalbe göre olmalı. Kalp de akla rağmen..
- Zaten delilikte insanın aklıyla değil, kalbiyle yani duygularıyla yaşam hali değil midir? Bu yüzden her âşık delidir. Aşıklarla deliler arsındaki fark; aklın bir daha dönmemek üzere gitmesi. Aşıklar da ise aklın geriye dönüşünün mümkün olmasıdır. Zaten insanın aklı başına gelince aşk intihar eder...


..................................................


Kübra, bu karmakarışık hatıralar geçince gözlerinden gazeteye bir daha baktı... Çok feci bir kazaydı."Yusuf" ağır yaralanmış ve hastaneye kaldırılmıştı. Ölmemeliydi.
O' nu sevdiğini söyleyecekti. Bunu daha en başından söylemeliydi. "ya o sevmiyorsa" diye düşünürdü hep. Artık düşünmüyordu böyle şeyleri. Önemli olan, kendisinin sevmesiydi, sevilmesi değil. Nihayet hastaneye geldi. Hızlı adımlarla merdivenleri çıktı. Yüreği bir kuş kalbi gibi atıyordu.
Koridorda ilerlerken bir odadan yaşlı ve yorgun bir kadın çıktı.

"Yusuf u arıyorum " dedi Kübra, kadın Kübra’yı süzdü biraz geç kalmadın mı deyip Yusuf'un odasını işaret etti. Demek "Yusuf" onu bekliyordu. Hızla odaya girdi. Şükürler olsun Yusuf yatağındaydı.
Biraz yaklaştı aman Allahım! ölmüş .
Kadın, Kübra'nın omzuna hafifçe dokundu, şaşkınlıktan dona kalmış Kübra ya bir mektup uzattı.
Zarfın üstünde şu yazıyordu.
"Bir kalbin dirildiği yerde, bir bedenin ölümü bir anlam İfade eder mi?" hemen zarfı açtı
"Ey Sevgili,
kaç aydır seni göremiyorum. Bana bakmadığın bir anı bulup sana baktığım o anları özledim desem kızacağını biliyorum. Biliyorum bana diyeceksin ki niçin bu kadar kaçtın benden?
Ve biliyorsun ki bu soruya cevap vermeyeceğim.
İnan bilmiyorum nasıl bir kalbe sahibim. Şu an bile senin kalbindeki sevgiyle yaşadığım halde şimdi çıkıp gelsen seni hiç özlememiş, seni hiç aramıyor gibi davranacağım.
Biliyor musun kaç kez aramak istesem de arayamadım. Bunca yorgunluğuma rağmen uyuyamıyorum geceleri...
Sessizce yürüdüğümüz o saatlerden olacak. Sessizlikle beraber sen doluyorsun içime geceleri. Sabah ezanının sessizliği ürperten sesiyle senden ayrılıyorum. Ve biraz olsun uyuyorum.

San ki seni sabahın Rabbine emanet ediyorum. Beni sana sevdirene, seni çağırıyorum. Bir zamanlar seni her şeyden esirgedim şimdi seni herkese bağışlıyorum. İnan sevgilim seni hiçbir zaman kalbime hapsetmedim. İstedim ki sonsuzluğu bulasın. ALLAH senin kalbinde var ettiği sevgiyle beni yaşatıyor. Ve inanıyorum ki sonsuza dek yaşayacağım. Senin hakkını hiçbir zaman ödeyemem... Çünkü her zaman sen beni, ben den daha çok sevdin, ve hala seviyorsun.
Kübra ağlıyordu, ilk defa sitemsiz bir aşk hissediyordu kalbinde.
__ O nu tutmak ister misin? dedi kadın...
Kübra kadına dönüp ellerini tuttu. Onun bedeni benim dedi.
Kadın, sanırım o sensin son nefesinde şöyle demişti
O ‘ na söyle beni kaybetmesin



İsmail Acarkan (Ölümü özlemeyen aşkı anlayamaz)